Foto : Metin BUL
ORTAKLAR'DAN ŞİRİNCE'YE..
Ulaşımı ve zamanı kısalttığı gerçeğini bilsem de, otobanlardan hoşlanmıyorum.
Düşünsenize İzmir'e doğru yol alırken, Ortaklar'dan sonrasını...Ortaklar kavşağından otabana ulaştınız mı, İzmir'e ulaştık telaşı sarıyor artık..
Oysa başınızı otobüsün camına yaslayıpta yaptığımız, Ortaklar sonrası İzmir yolculuklarını kurgulayın birde..
Dağların arasında kıvrım, kıvrım akıp giden yol, hayatın var olduğunu hissettirirdi adeta..
Birbiri ardına bıraktığımız irili ufaklı yerleşimler, kar yağmış gibi beyaz beyaz pamuk tarlaları ya da şeftali ağaçlarının doluştuğu yola bitişik bahçeler..
Hele bir de, dağların arasından lokomotifinden dumanlar tüttüre tüttüre ilerleyen trene denk geldiyseniz sormayın keyfinize..
Ortaklar-Şirince arasında bir yürüyüş parkuru olduğunu öğrendiğimden bu yana, o otobüs yolculuklarında bıraktığım bakış açımın üzerinde arşınlayacak olmanın heyecanını yaşadım hep..
Bu heyecan dalgası, geçtiğimiz haftalarda BODOSK'un (Bodrum Doğa Sporları Klubü) düzenlediği 'Ortaklar-Şirince' etkinliğine sürükledi beni.
Hoş bir coğrafyayla karşılaşacak olmanın ötesinde, tarihsel bir sürecin tanıklığını yapmış topraklarda yürüyecektik nede olsa..
Hani Nazım usta ''...Duyduk ki Mustafa huruç eylemiş / Aydın elinde Karaburunda. / Bedreddin’in kelamını söylemiş / köylünün huzurunda..'' der ya ölümsüz eseri Şeyh Bedreddin Destanı'nda..
İşte Mustafa'nın Bedreddin'in kelamını söylediği topraklardayız şimdi..
Şeyh Bedreddin'in iki gözü pek müridi Börklüce Mustafa Aydın / İzmir, Torlak Kemal ise Manisa bölgesinde halkı etraflarını toplamış, aynı zamanda Şeyh Bedreddin'in düşüncelerini halka yaymaya başlamışlardır.
Börklüce Mustafa, bu yörede yani Ortaklar beldesinde uzunca bir süre derviş kılığında yaşar. Ve Şeyh Bedrettin'in düşüncelerini yaymanın ötesinde uygulamaya da sokar.
Mal ve gereksinim malzemeleri 'ortaklaşa' kullanılacaktır. Yani ''...ballı incirleri hep beraber yiyebilmek / yarin yanağından gayrı / her yerde / hep şeyde / hep beraber olabilmek....'' denilen topraklardayız.
Ehh beldenin isminin Ortaklar olması boşuna değil elbette. Ta 14.yüzyıla dayanır ismi Ortaklar'ın..Ve bu isim için ne bedeller ödemiştir bu topraklar..
Bu düşüncelerin harmanlandığı bir zaman sürecinde Çamlık'a ulaşmış durumdayız.
İncir bahçelerini geride bırakıyoruz. Gökyüzü maviden laciverte geçiş sürecini yaşıyor. Tatlı bir esintinin ürpertisini yaşıyor olmamıza karşın, pek şikayetçi değiliz bu durumdan. Zira yağmur beklentisinin olduğu bu pazar gününde, kentleri ardımızda yağmur içinde bırakarak geldik.
Bir kaç kızılçam ağacının varlığı olsa da, çıplak bir tepeye doğru yol alıyoruz. Kolay görüntüsüne rağmen, sert bir çıkışla arşınlıyoruz tepeyi..
Tepenin bu konumu, başlangıç olarak zorlayıcı oluyor.
Aşağıda tatlı tatlı esen rüzgar, tepede varlığını bedenlerimizde hissettiriyor.
Rüzgarın bu inatçı tavrına rağmen, tepeden çevreyi panoramik olarak izlemenin keyfinden vazgeçmiyoruz.
Hemen aşağıda görülen Çamlık beldesinin ötelerine doğru yönlenen bakışlarımız, uçsuz bucaksız manzarayı tarıyor.
Bu panoramik görüntü, hepimize iyi geliyor. Ne sert esen rüzgarı hissediyoruz artık, ne de biraz önce zorlayan tırmanışı..
Ama Şirince'ye ulaşabilmemiz için epey yolumuz var..
Oyalanmadan, önümüzdeki ormana doğru yöneliyoruz. Ormanın uzaktan görüntüsü çok hoş..
Önde fıstıkçamları ardında kızılçamlar..
Etraftaki küçük oyuklara bakılırsa,yalnız değiliz; Köstebekler..
Fıstıkçamlarına ulaştığımızda, rüzgarı dışarıda bırakmış oluyoruz.
Biraz sonra fıstıkçamlarını ardımızda bırakıp, kızılçamların içine dalıyoruz.
Açıkçası şu an ormanın içinde olduğumuzu hissediyoruz artık.
Gökyüzünü görmemizi engelleyecek kadar iç içe girmiş ağaçların yanı sıra, yürümeyi engelleyecek kadar sık makilerle karşılıyor orman bizi..
Bu durum tek sıra ve dikkatli yürümemizi gerektiriyor. Hiç de şikayetçi değiliz doğrusu.. Ormanın bize sunacağı sürprizleri bilecek kadar, dağlarla dostluğumuz var çünkü..
İşte biraz ötedeki sıklemen tarlası bu sürprizlerden biri olarak, sere serpe sunuyor lila rengi güzelliğini.. Derken alıç ağaçlarının varlığını hissediyoruz. Elbette üzerlerindeki alıç meyvelerini de..
Bir süre sonra sık ormandan çıkıp, orman yoluna ulaşıyoruz.
Orman yolundaki rahat yürüyüşümüz fazla sürmeyecek; Çünkü yine ormanın içinde bulacağız kendimizi. Aslında ormandan çıkıp, orman yolu ile buluşmalarımız yürüyüş boyunca sürecek. Adeta bir oyunun içindeymişiz duygusu veren bu buluşmalar, ardımızda bıraktığımız tepelerin varlığını hissettirmiyor bile. Ormanın bize sunduğu sürprizler, orman yolunda da karşımıza çıkıyor.
İşte yine muhteşem bir panoramik görüntünün içinde buluyoruz kendimizi. Hemen altımızda görülen Selçuk ilçesi, daha ötelerde sisler arsında Ege denizi.
Dağlara doğru baktığımızda ise Menderes beldesini seçebiliyoruz. Deltayı da görür müyüm diye epey zorluyorum ama, ufuk izin vermiyor.
Dağların önümüze çıkardığı bu manzaranın keyfine doyamıyoruz. Bu keyfimize bir başka keyif ekleniyor.. Dağ çilekleri..
Yeşil yapraklarının arasında, sarıdan kırmızıya geçerkenki halleri oldukça davetkar..
Şirince'ye ulaşıncaya kadar bu davetkarlıklarını yol boyunca sunacak bize dağ çilekleri..
Ormanı geride bırakıp bahçelerin içine doğru dalıyoruz.
Güneş varlığını arada bir gösteriyor. Bir kaç köylü ile karşılaşıyoruz. Hummalı bir şekilde toprakla oynaşıyorlar. Kiraz fidanları dikiyorlarmış. Bir kaç yıl sonra kiraz mevsiminde, bahçenizdeyiz diyoruz. Gülüşüyoruz.
Onları bir kaç yıl sonra meyvelerini verecek olan ağaçların düşleriyle yalnız bırakarak uzaklaşıyoruz. Aslında aklım kiraz bahçesinde kalıyor açıkçası; Daha doğrusu ''Anlatsam kiraz mevsiminin / Para kazanmak mevsimi değil / Sevişme vakti olduğunu..'' diyen Sait Faik gibi '' Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem / Nasıl etsem, nasıl yapsam da / Meydanlarda bağırsam / Sokak başlarında sazımı çalsam..'' diyememenin sancısı.
Ben aklımı kiraz mevsimine takmış yol alırken, üzüm bağlarına ulaştığımızın ayırdına bile varamıyorum.. ''Önümüzdeki asma kütüklerini basmayalım'' diyen Hıdır Abi’nin rota çizen sesi ile kendime geliyorum. Güzel, bakımlı bir bağın içinde ilerliyoruz. İçinde bulunduğumuz bağlar, beni çocukluğumun Milas pazarlarına götürmekte gecikmiyor.
Üzümün fiyatını pahalı bulan alıcıya, üreticinin ''Ama bu Çamlık '' derken takındığı özgüveni anımsamadan edemiyorum.
Galiba bugün çağrışımlar günüm olsa gerek; Ve bütün bu çağrışımlar, bulunduğumuz güzergahta karşılaştığımız her oluşumu sürpriz olarak yansıtıyor bana..
İşte yine ormanın içindeyiz. Kızılçamların oluşturduğu sıradan bir orman, birden renk cümbüşüne dönüşüyor. Tepeden aşaıya doğru inişteyiz. Jeolojik yapı zaman, zaman taşlık bir oluşuma dönüşüyor.Anlaşılan dere yatağındayız.
Çam ağaçlarına, kestane ağaçları eşlik ediyor. Derken çınar ağaçları karışıyor bu seronomiye..
Doğa, paletindeki renkleri çok cömert kullanmış bu yörede..
Yeşilin tonlarına sarılar, sarıların tonlarına ise kızıllar eşlik ediyor. Bütün renklerin işgali altındaki bir coğrafyada yürüyoruz.
Yerdeki rengarenk yapraklara basmayı kıyamıyoruz.
Sonbaharın bu büyüleyici güzelliğine teslim oluyorum artık.. Bir de Haydar Ergülen'in, ''Tabiat devrim gibidir, bütün uslu çocuklar çakar / Çünkü tabiatta ve devrimde sınıftan çıkmak gerekir.'' diyen dizelerine.
Rüya aleminde ki yürüyüşümüz, ne kadar zaman dilimine sığdı inanın bilmiyorum; Ama hepimizin hiç bitmesini istemediğimize tanık oluyorum.
Bir süre sonra çınar ağaçları yoğunlaşıyor. Sonra da meyve ağaçlarına bırakıyorlar yerlerini.. Ayva, nar, ceviz ağaçlarına..
Köye yaklaştığımızın farkındayız.. Bir süre sonra, farkındalık yola dönüşüyor; Köy yolundayız artık.
Büyüleyici bir parkuru geride bırakmış oluyoruz.
Hem böylesine büyüleyici bir coğrafyadan gelmiş olmanın etkisinin hala belleğimizde olması, hem de varış noktası olarak belirlediğimiz Şirince'ye ulaşmış olmamızın keyfi yüzlerimize yansıyor.
Nihayetinde önce kırmızı kiremitli çatıları, sonra da badanalı yüzleriyle Şirince evlerini görüyoruz. Önümüzdeki bayırdan aşağıya inerek, biraz önce kuşbakışı seyrettiğimiz evlere daha da yaklaşıyoruz.
Sonrasında da ''..Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek / yarin yanağından gayrı / her yerde / her şeyde / hep beraber / demek için..'' diyerek Şirince’nin sokaklarına dağılıyoruz..
Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU |