Fotoğraf, 12 Eylül'de tutuklanıp işkencelerde geçirilen Metris'te ki Devrimci Subayların, "tek tip elbiselere" karşı mahkemede ki direnişini gösteriyor...
BİZ DEVRİMCİLER
İstanbul’dan arayan emekli bir subay arkadaş, son yazılarımdan dolayı beni eleştiri yağmuruna tuttu.
Eski yazılarımın daha etkileyici ve duygu dolu olduğunu uzun uzun anlattı.
Sonuç olarak, bir de akıl verdi “ Biz devrimcilerin ırkı ve mezhebi olmaz, bırakın şu Alevi, Kürt meselesini…”
Benzer eleştirileri yıllardır alıyorum(uz).
Belki de bundan dolayı yüzde birlik oylara hasret kaldık.
Belki de bundan dolayı sınıfımızdan, gecekondumuzdan, tabanımızdan koptuk.
Arkadaşa katıldığım noktalar da var elbet.
Devlet eliyle açık ve sinsi olarak Kürt ve Alevi asimilasyonu uygulanmasaydı, bu konuları gündeme getirmek kuşkusuz gericilik olurdu.
Ama bir yandan kimlikleri, inançları yok sayacaksın; O da yetmeyecek asimile etmeye çalışacaksın, “ Baran, Dersim ” sözcüklerini bile yasaklayacaksın. Ana diliyle türküsünü söyledi diye Şivan’ı otuz yıl boyunca sürgünde yaşatacaksın
Milyonlarca insanın ibadet yerini yasa dışı sayıp “ cümbüş evi” diyeceksin
Bunlara karşı çıkanları, “ ırkçı-mezhepçi ” diye suçladıktan sonra, meydanlara çıkıp Filistin halkıyla dayanışma geceleri düzenleyeceksin!
Ve bunun adı da devrimcilik olacak?
Son yerel seçimlerde sosyalist kimlikle kazanılan belediye sayısı parmak sayısı kadar az.
İlk akla gelenler Samandağ ve Dersim’in üç beş ilçesi.
Şimdi bu arkadaşlara sormak gerek, bu ilçelerde ki sosyalist oylar, işçi yoğunluğundan ya da sınıfsal mücadeleden dolayı mı bu partilere verildi?
Neden başka bir ilçe değil de Samandağ?
Otuz kişinin çalıştığı bir atölyenin bile bulunmadığı Dersim’de nasıl olurda sosyalist partilere bu kadar yoğun oy çıkar?
İşin özü bu insanlar, mezheplerinden ve kimliklerinden dolayı zaten bu düzenle barışık değiller. Ondan dolayı sizlerin ( bizlerin ) özgürlük bayrağı, onların da kurtuluş bayrağı oldu.
Ya tersi?
Yani en can alıcı soru, “ Onların özgürlük mücadelesi, sizin mücadeleniz oldu mu? ”
Yani bir Alevinin Alevi gibi, bir Kürdün Kürt gibi yaşaması için illa da sosyalist devrimi beklemek mi gerek?
Bugün devletten kaynaklanan bu sorunlardan dolayı, ülkemizde on binlerce canlar yandı, her köşesine yağmur gibi kanlar yağdı.
Bugün ülkemizin her köyünde, her kahvesinde, her gecekondusunda bu konular tartışılıyor, içi boş olsa da açılımlar, çalıştaylar yapılıyor.
Ey Mustafa Suphilerden, Denizlerden gelen büyük ve kutsal hareket, siz ne zaman bu konuları gündeminize getirip taşın altına “ ağır ve mübarek ellerinizi… ” koyup, “ gayrı yeter…” diyeceksiniz?