|
''KAVAK DAĞI PARKURU ''
Milas-Ören karayolunda seyir eden aracımız, Yeniköy Termik Santrali'nin karşısındaki sapaktan sola dönüyor. Kah asfalt yolda kah toprak yolda ilerliyen araç, Karacaağaç Köyü'nün tabelasını sağda bırakmasından bir süre sonra Ağzıgeniş Mahallesi'nide ardımızda bırakıyor.
Bu süreç içerisinde aracın solunda kalan ormanı oluşturan çam ağaçları, yükseltilerini hem göğe hem de vadiye doğru uzatıyor..Yükseliyoruz.
Bir kaç gün önce yörede varlığını gösteren yağmurun yıkadığı ağaçların yeşil tonlarına teslim oluyorum adeta.. Bazı yükseltilerde, sonbaharın yarattığı renk değişiminin keyfini sürüyorum. Bir yandan da daha yolun başındayken, üstelik henüz aracın içindeyken doğaya böylesine erken teslim olmanın şaşkınlığını yaşıyorum. Öyle ya, sonuçta bu yolculuğu yörenin en yüksek dağı olan Kavak Dağı'na ulaşmak için yapıyoruz. Ve Kavak Dağı'nın bize hangi güzelliklerini sunacağı ya da nasıl sürprizler hazırladığı konusunda bilgimiz yok. Zira bu dağa ulaşmaya çalışan ilk yürüyüş / doğa örgütlenmesi olacağız. Minübüsü dolduran Milas Doruk Dağcılık üyelerini / misafirlerini heyecanlandıran da bu ilk keşfetme güdüsü.
Heyecanımızı merakın ötesinde tutan ise, sanırım güven duygusu olsa gerek..Bu güvenin kaynağını da, rehberliğimizi Mehmet abinin yani Mehmet Yeşilkan'ın yapacak olması. Nedendir bilmiyorum, Mehmet abi ve dağ sözcüklerini yanyana getirdiğimde bende hep Nermi Uygur hocanın çizdiği 'Dağcı' tiplemesi çağrışım yapıyor ; ''Herkesin yürüdüğü yollarda yürümeyenlerin evrenidir dağlar.. Kendi yolunu kendi yapan kişidir dağcı. Yalnızlığı sevmeyen dağa çıkmasın. Yüce dağlar, dik dağlar, korkunç dağlar, kutsal dağlar, tek dağlar, dizi dağlar, yakın dağlar, uzak dağlar.. Çalım için dağa çıkmak, çalım için yazıp çizmek. Çıkılmasa da, yazılmasa da olur. İnsan yaşamının boyutlarını zenginleştiren bir serüvendir dağcılık. Bu olanağa sırt çeviren dağcının süsten başka bir şey değildir sırt çantası..''
İşte bu dağ emekçisinin öncülüğünde gerçekleştireceğimiz Kavak Dağı yürüyüşünün başlangıç noktası olan bir-iki evin oluşturduğu Pinar Köyü'nün üst mahallelerinden birinde, araçtan iniyoruz. Dokuz yüz elli metre yükseklikteyiz şu an..
Aslında, Kavak Dağı büyük yarım daire şeklindeki görüntüsüyle hemen önümüzde yükseliyor. Ve bu görüntüsü - özellikle aramıza yeni katılan arkadaşlarda- biraz sonra ulaşacağız duygusu yaratıyor. Elinizi uzattığınızda tutacaksınız hissini yaratacak kadar yakın olan bu görüntü karşısında pek de haksız sayılmazlar. Sayılmazlar olmasına sayılmazlar ama, geçmişte katettiğimiz onca dağların bize öğrettiklerinden / yaşattıklarından dolayı hafifçe gülümsüyoruz.
Hem ''Dağ ile dik duruş arasında gizli bir anlam alış-verişi sezmemek elde değil'' dedikten sonra eklemiyormuydu Nermi Uygur hoca ; '' Bir bakıma cansız denen doğa da dağlarla dik duruşa erişti : Dağ diye bir şey olmasaydı 'yüksek', 'yukarı', 'üstün' sözcüklerinin ya da akrabalarının dile getirmeye çalıştığı o eşsiz kavram-bölgesinin insan için somut bir anlamı olmayacaktı. Yaşamanın saygınlık gören bazı kesitleri özünü yitirecek, içi boş birer kalıp durumuna düşecekti. Güzel görünümlerin gerçekten tadına varmak için, nice nice bayırlar tırmanıp yükseklere çıkmak gerek...''
Karşımızda dimdik duran Kavak Dağı'nın tadına varmak için, Mehmet abinin ardısıra önümüzdeki bayıra doğru yöneliyoruz. Ekim ayının sonlarını yaşıyor olmamıza rağmen,yazdan kalma bir gün ağırlıyor bizi.Hani biz Egeliler yaz mevsiminden kış mevsimine geçiş sürecini Sarı Yaz deriz ya.. İşte bu pazar günü o günlerden biri..
Oldukça taşlık bir alanda yürüyoruz. Ağaçların sayısı, varlıklarını hissedemiyeceğimiz kadar seyrek.. Dere yatağı olduğu anlaşılan bu yarıktan bir süre sonra çıkıyoruz. Çam ağaçlarının biraz daha yoğun olduğu tepeye doğru ilerliyoruz. Ama taşların varlığı hala egemenliğini sürdürüyor. Bu taşların arasından lila rengiyle boynunu uzatan çiğdem çiçekleri sevincimiz oluyor. Biraz sonra çiğdem çiçeklerinin varlığının sadece bizi mutlu etmediğinin ayırdına varacağız. Zira yürüyüş boyunca toprağın eşelenip küçük oyuklar açıldığına tanık olacağız. Toprağın kuruluğundan bir kaç saat önce eşelendiğini anlıyoruz. Çiğdem çiçeklerinin toprağın altında kalan soğanına bayılan domuzların hünerleri bu küçük oyuklar... Çiğdem çiçekleri, domuzların varlığı derken tepeyi aşıyoruz. Biraz önce seyrek olan çam ağaçları yoğunlaşıp ormana dönüşüyor. Ve biz kahverengi bir halıda yürüyormuşcasına huzurluyuz. Ormanın içindeki bu huzurlu yürüyüş, farkına varmadan yükseldiğimizi hissettirmiyor. Oysa irili ufaklı bir kaç tepeyi ardımızda bırakıyoruz. Ormanın bitimiyle beraber görüntü alanımıza giren dik yamaç, yorgunluğumuzu hissettiriyor. Tırmanmaya başlıyoruz. Ağaçlar sayılarını azaltırken, taşların yoğunluğu çoğalıyor. Birden önüm sıra bir hareketlenme hissediyorum. Varlığımızı hisseden çok sayıdaki kekliğin havalanması bu.. Ne zaman havalandılar, nereye gittiler derken zirveye ulaşıyoruz.
Marçalı Dağları'nın en yüksek tepesi olan Kavak Dağı'nın zirvesindeyiz artık..Tepede Milas Orman İşletme Müdürlüğü'ne bağlı yangın gözetleme kulesi karşılıyor..1370 metre yükseklikteki bu tepeden, bütün yöreye kuşbakışı hakim oluyoruz. İşte büyük bir boşluk gibi uçsuz bucaksız görülen şurası Gökova Körfezi, onun ardı sıra görülen uzantılar Datça dağları... İşte şurası Göktepe, şurası Muğla / Ayıuçtu Tepesi, burası Aksivri derken bütün yorgunluğumuzu tepede bırakıyoruz. Yangın kulesindeki görevliye bir çay içimi konuk olup, geldiğimiz yerin aksi yönünden inişe geçiyoruz.
İniş biraz zorluyacak gibi... Dağın yapısı çıkışta dağınık yürüme olanağı tanırken, bu yüzü avcı yürüyüşü dediğimiz tek sıra yürüme şansı veriyor. Taşların ve kayaların jeolojik konumu buna izin veriyor çünkü.. Sayıları çoğalan ardıç ağaçlarının varlığı şaşırtmıyor beni. Ne de olsa, ardıçlar belli yükseltilerde yaşam bulurlar.
Ardıçlar çam ağaçlarına, çam ağaçları akçakavak ağaçlarına yer bırakıyorlar. Dolayısıyla yeşilin tonları birbirine karışıyor. Tıpkı benim duygularım gibi. Gerçekten büyüleyici bir güzelliğin içindeyiz. Hele pembe ile kırmızı arasında gidip gelen dağ karanfilleri ile karşılaşmak yok mu?
Artık hangi tepeden indik, kaç tepeyi ardımızda bıraktık, neredeyiz gibi soruların hiç bir önemi yok. Kah dere yatağındayız, kah bir tepenin zirvesindeyiz, kah yeşil bir denizi çağrıştıran ormanın derinliğindeyiz. Öylesine koyvermişim kendimi.. Ta ki dere içindeki manzarayla karşılaşıncaya kadar..Kocaman bir çınar ağacı kesilmiş ve dilimlenmiş gövdesi dere yatağına boylu boyunca serilmişti. Ki birden fazlaydı telef edilen ağaç..
Canımızı acıtıyor gördüklerimiz.
Mutlaka bir gerekçesi vardır diye iyimser tablo çizme zorlamalarıma karşın, Mehmet abinin benim gibi düşünmediğini duyuyorum. '' Çınar ağaçlarının yıkılması, sökülmesi hangi duygu ve düşünce sahibinin işi olabilir? Dere içindeki asırlık çınar ağacının kime, ne zararı olabilir? Acaba Avrupalı AB'ye girmemizin koşulunu asırlık çınar ağaçlarını kesmemize mi bağladı? '' diye söylenerek uzaklaşıyor dere yatağından zira.. Demiştim,canımızın acıdığını..
Bu görüntünün yarattığı can sıkıcı kasvetten, böğürtlenler kurtarıyor. Dalıyorum böğürtlenlerin içlerine, dikenli dallarının sarmalamasına aldırmadan.
Nihayet orman yoluna ulaşıyoruz.
Orman yolunun iki yanıda, ağaç denizi. Sol tarafta uzantılarını vadiye doğru uzatan çam ağaçları, sağ taraftaki tepelerde ise göğü yakalamaya çalışıyor. Bazı bölgelerde, çam ağaçlarının arasındaki göletlerle karşılaşıyoruz. Yangın söndürme göletleri olsa gerek. Göletin etrafını uzunlamasına çeviren ağaçların yansıması vuruyor suya.Müthiş bir duygu sarmalına düşürüyor bu yansımalar.
Yeşil denizin ortasındaki orman yolunda uzunca bir süre pervasızca yol alıyoruz.
Farketmişsinizdir, Nermi Uygur hocanın bugün beni hiç yalnız bırakmadığını.. Düzlüğe geldik, Nermi hoca hala peşimde '' Dağ deyince taş-toprak yığınlarının yığın yığın üstüste yığılmasını anlamamak gerek. Dağ,toprağın salt toprak olmayı silkip atmak için gösterdiği çaba diye yorumlanabilir. Ne var ki dağın topraktan başka bir dili olmadığından, amacını gerçekleştirmek için topraktan başka bir yardımcısı da yoktur. Ozanları andırır bu bakımdan dağlar, sözcüklerin ötesine geçmek için sözcükleri sözcüklerle anıtlaştırmaktan başka seçeneği olmayan ozanları.. Ozanlarda söz nasıl türküleşirse, dağlarla toprak türküye dönüşür.''
Toprağın türküye dönüştüğü Kavak Dağı'nı ardımızda bırakıp, Bencik Beldesi/ Yatağan yakınlarında bizi bekleyen aracımıza doğru yöneliyoruz.
Hüseyin Avni KUNDURACIOĞLU
|