12 Eylül ve adımda ki gizli şifre...
Emniyette görevli yaşlı polis,“ Seni yakan bu olmuş, anladın değil mi? ” diye sordu, elindeki kalemiyle savunmamda ki ismimi göstererek.
Anlamıştım elbette ama kendimi saflığa vurdum; Anlamazlıktan geldim.
Aslında hiç de yabancı değildim kalemiyle gösterdiği adımda ki bu gizli şifreye. Aynı cümleleri, Kuleli Askeri Lisesi sınavını kazandığımda öğretmen olan Abim de söylemişti; “ Bu isim, ileride senin başına bela olur, gel bu ismi mahkeme kararıyla değiştirelim” diye.
Ama o zamanlar Ben henüz on beş yaşındaydım. Annemi ve babamı aynı yıl üçer ay aralıkla kaybetmiştim. Acım ve duygusallığım her şeyin üstündeydi.
Borçlarını saymazsak babamın ve anamın bende ki tek mirasıydı “adım”. Daha acıları dinmemişti yaralı yüreğimde; Nasıl değiştirebilirdim?
Abimin tüm ısrarına karşın “ olmaz” diye tutturdum; Ve de başardım, olmadı.
Karşımdaki ak saçlı polisin, ne demek istediğini ben, çocukluğumda beri biliyordum; Biliyordum ama?
Yaşlı Polis, askeriyenin gönderdiği iki sayfalık ifade tutanağımı okurken savunmamın sonuna gelince yüzünü buruşturup bir kez daha başa dönüyordu.
Sonunda bana dönüp “ Oğlum sen saf ve aptal mısın?” diye damdan düşercesine sordu.
“Anlamadım” diyince “ İfadende anlaşıldığı kadarıyla sen bayağı direnmişsin” dedi. Sustum. “ İyi de son cümlenle bu anlattıklarının ne ilgisi var?” diye o bana sordu.
Polisin şaşkınlığının nedenini ben de yeni görüyordum.
İki sayfalık ifadem için kırk beş gün direnmiştim.
İfade tutanağım, “Sanığa soruldu”, “Sanık cevaben” şeklinde soru ve cevaplarla devam ediyordu.
Hiçbir cevapta suç unsuru yoktu. Ne siyasetle ilgim vardı, ne de kimseyi tanıyordum.
Gözlerim bağlı beş on günüm “ onların istediği yönde ifade vermediğim” için, beş on günüm de “ görmeden imzalamam” diye direndiğim için tecritle ve ağır işkencelerle geçmişti.
Kırk beş günün sonunda başardığımı sanıyordum; Sanıyordum ama…!!!
Askeriyede ki ifade tutanağının altına adım yazılmış ve ben de imzamı atmıştım
İmzamla ifadem arasında ki kısa bir boşluğa farklı bir yazı tipi ve satır aralığı ile sıkıştırılarak “ Sanığa soruldu : 12 Eylül hakkında ne düşünüyorsunuz?” Sanık cevaben : 12 Eylül faşist bir cunta hareketidir. Biz devrimci subaylar, halkımızla birlikte bunun hesabını soracağız dedi” cümleleri ilave edilmişti.
İfademde ki daha önceki sorulara verilen cevaplarla bu cümle arasında hiçbir ilgi yoktu.
Yaşlı polisin neden “ Oğlum sen saf mısın? aptal mısın?” dediği ortaya çıkmıştı.
Askeriyeden gelen ifademi bir kez daha eline alan polis, “ Bak oğlum ifadenden anladığım kadarıyla sen çok direnmişsin; Zaten bir deri bir kemik kalmışsın, halinden de belli. Ama boşuna kendini mah etme. Bak seni yakan bu olmuş, anladın mı?” diyerek kalemiyle adımı gösterdi. “ Hayır ” dedim. “ Sen Alevi değil misin?” diye sordu. “ Aleviyim” dedim.
Önümdeki siyah bir koltuğa oturttu. Bir çay ısmarladı ve babacan bir tavırla “ Oğlum sizin davanıza ben bakıyorum. Ben de Aleviyim. Adım Musa, Maraşlıyım. Ben de dayanamıyorum artık. Emeklilik dilekçemi verdim. Ordudan özellikle Aleviler atılıyor. Sen, boşuna direnme. Bize de emir verildi. Biz, sizi en az bu ifadeyle suçlu diye Mamak’a yollamak zorundayız. Senin haberin olmamıştır; Zaten “Birikim” davası düştü. Gidenleri, mahkeme serbest bırakıyor. Askerlik hayatın da sona ermiş. Gel bizi de zorda bırakma. Neyin kalmış ki; En alt katta ki DAL’a inersen ya sağ çıkarsın, ya da çıkamazsın. Zaten senin söyleyemediğin en doğru cümleyi onlar ilave etmişler. Benzer bir ifade yazayım o güzel cümleyi de ilave edeyim olsun bitsin” dedi.
Nedendir bilmiyorum anlattıkları inandırıcı gelmişti bana. Göz göze geldik; Tebessüm ederek, “ Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur ” dedi; Ben de tebessüm ettim.
O, daktilonun başına geçerken, bana da yaklaşık iki aydır oturduğum ilk koltukta ilk çayımı yudumlarken başımı sallamak kaldı.
|