.
 

Son 10 Yorum

 
 

Ziyaretçi İstatikleri

Bugün : 181
Toplam : 648496
 
 
BİR DAĞ ANISI  -  03.11.2015
.
.

 Yıllar önce, bir kış günü dağcı bir dostla farklı bir rotadan Sandras'a tırmanmış ve dağcı dostlarla zirvede buluşmuştuk...

 

                      ANILARDAN

     EREN TEPE'DEN ÇİÇEKBABA'YA

Sonunda gerçekleşmişti düşlerim, Sabahın dokuzunda yollara koyulmuştuk. Randevumuz öğlen vakti zirvedeydi. Bu randevuda cadde, sokak isimleri, ya da kapı numaraları yoktu. Bu randevunun önünde orman, dağ ve kar; Sonunda doğa, dostluk ve zirve vardı.

Yanımdaki arkadaş, çocukluk anılarına başlamıştı. Duyduğum her söz, gördüğüm her şey, bedenimi yorgun ayaklarımla baş başa bırakıp, düşüncelerimi diyardan diyara, zamandan zamana savuruyordu.

Yaklaşık kırk beş yıl öncesiydi. İlkokul yıllarımdı. Evimiz, dağın eteklerinde; Okulumuz, daha aşağılarda düz bir alandaydı. Henüz kilometre kavramları küçük beyinlerimizde yer edinmemişti. Yaklaşık bir saatlik yolculuktu, evimizle okulun arası. Mesafeler, karlı havalarda saat kavramlarına da sığmıyordu.

Ayaklarımızda bol yamalı lastik ayakkabılar ve kalın yün çoraplar olurdu. Ayaklarımıza kimi gün kar, kimi gün yağmur ve çamur dolardı. Ayak parmaklarımız donma derecesini aşınca, ağrıyı ve soğuğu hiç his etmezdik. Yoksulluk diz boyuydu, ama biz çocuktuk, mutluyduk.

Sonra yıllar girdi araya. Büyük, büyük kentler; çeşit, çeşit dertler girdi. Düşlerimde sakladım yıllarca çocukluğumu ve karlı yollarımı. Bir gün yine dönebilecek miyim diye az mı hayaller kurdum. Az mı göz yaşı döktüm dostluk ve gurbet türküleriyle.

Dedim ya, yaklaşık kırk beş yıl; Dile kolay. Şimdi ne gurbet kaldı acısını çektiğim; Ne de sıla kaldı uğruna gözyaşı döktüğüm. Ne göklerde turna katarları var selamlarımı alan, Ne de kentlerde insanlar kaldı hal hatır soran.

Tutunabildiğim bir tutam dosttu. Vurgunlar ve depremlerden arda kalan. Onlar da, düşünsel olarak çoktan terk etmişlerdi köhnemiş kentleri. Sadece bedenleri kalmıştı dört duvarlara esir. Onlar, zamana ve kentlere karşı direnebilen bir tutam candı ve onlarla randevumuz vardı, karlı dağların zirvesinde.

Adımlar, adımları izliyordu. Anıların yerini önce şiirler sonra da türküleri almıştı. Ne dağların sonu geliyordu, ne de türkülerin.

Köyden yanımıza aldığımız, yaylada ki evde kalan arkadaş, “Eren Tepe’ye de uğrayın, dilekler dileyin ”demişti. Eren Tepe, Çiçek Baba’nın iki kilometre kadar kuzeyindeydi. Nedenini fark etmeden ayaklarımız bizi çoktan taşımıştı Eren Tepe’ye.

Kim bilir belki de nedeni belliydi? Belliydi ama söylemeye dillerimiz varamıyordu. Umutlarımızı nelere bağlamadık ki bu güne kadar? Dileklerimizi savurmadığımız yeller mi kaldı? Diller mi kaldı? Bir de Eren Tepe’ye gömmekle neyi kaybedecektik ki?

Ama her şey umduğumuz gibi gitmiyordu. Eren Tepe, karlara teslim olmuştu; Ne duvarları kalmıştı görebileceğimiz, ne de mezarlar vardı dileklerimizi ekebileceğimiz. Düşlerimiz gibi her yan tek renkti, her yan aktı. Yine mi umutlarımız, her zaman ki gibi beyinlerimizde ve yüreklerimizde tutsak kalacaktı? Yine mi dileklerimizi sırt çantalarımıza yükleyip karlara savuracaktık? Onlar değil miydi bizleri, beşinci mevsimlerle tanıştırıp, dağlardan dağlara, zirvelerden zirvelere savuran?

“Yarım saattir sizi bekliyoruz ” dedi zirvedeki ekibin sorumlusu arkadaş. Ama kucaklaşmalar, sarılmalar hiç de öyle görünmüyordu. Bu bekleyişlerin, bu kavuşmaların yelkovanları ve akrepleri çoktan durmuştu. Zaman, çoktan yenik düşmüştü rakımlara ve özlemlere. Sadece kollar mıydı özlemleri gideren? Çiçek Baba’da kardelenler henüz açmamıştı. Ama dostluklar yeşermişti. Duygular yeşermişti kucaklarda; kucaklar dolusu, kır çiçekleri gibi.

Dost kucaklarıydı Eren Tepe’yi anımsatan. Sahi ben ne dileyecektim Eren Tepe’ye? Aradığım neydi dağların zirvelerinde bu kış günü? Bir tutam mutluluk muydu? Peki neredeydi? Nasıldı? Neydi?

Hangi yöne, nereye göndersem yaralı yüreğimi mutluluğu yakalayacaktı? Hangi postacı biliyordu mutluluğun adresini? Hangi kentlerin berisinde, hangi dağların ötesindeydi?

Zirvedeydim artık. Her yer ayağımın altında, her şey avucumun içindeydi. Ne yolların ötesi vardı, ne de yönlerin. Nereye gidebilirdim bundan öte? Kime gidebilirdim? Başka ne dileye bilirdim Eren Tepe’ye karlar engel olmasaydı? Belki de gerçekten Erendi o tepe? Belki de sezdi benden bile gizlediğim duygularımı, dileklerimi?

Sorular soruları izliyordu. Ama Nazım’ın hürriyeti ve kavgayı bile düşünmek istememesi gibi, belki de ötesini fazla düşünmemek gerekti.

Zirve, dostlarım ve ben; Mutluyum işte. Oysa nasıl da yüklemiştim tüm suçu, Eren Tepe’nin karlarına.

Kim bilir belki de insanların yüreklerindeki karlardı umutlarını ve dileklerini örten?

Ey havaya, toprağa ve suya düşen cemre, yüreklerimize ne zaman düşeceksin? Yüreklerimizin karları ne zaman eriyecek?

 

 

 
Okunma Sayısı : 1818 | Yorum Yaz

|

Tavsiye Et

|

Facebook'ta Paylaş
 
.
HIDIR  -  09.12.2010    12:14:15
.
BİZ ÜÇ KİŞİYDİK...
madem zeko m lafa karıştı;
bir bilgilendirme yapayım; öyküde sözünü ettiğim yanımda ki birlikte on üç saat boyunca karları teptiğim arkadaş, can dost ZEKO; kampta kalan güzel dostu da iki yıl önce kaybettik.....
.
.
ZEKO  -  09.12.2010    11:57:54
.
IKİ FARK
Resimdeki iki fark işte dağcılıkta ki farklar su geçirmeyen botlar,tozluklar,içli alt üst giysi montlar yağmurluklu,,ve kar görmemek için güneş gözlükleri,,,doğaya karşıydı bütün giysililer,,veee bizz iki kişişii,,
.