“ Şu dağın başında bir top gül vardı Eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı Kırk bin köyde kırk bin umut Kırk bin köyde kırk bin tomurcuk Kırk bin adet meyveye vurmuş fidan Köy okullarımıza nasıl kahbece kıydılar anlatamam Hey gidi mangal yürekli Tonguç baba Köy okullarımızı kilim misali ilmik ilmik ören Adını kaç aydın duydu acaba Mangal yürekli Tonguç baba Sana Anadolumun her yanından Kekik kokan keklik kokan Cevat Şakir işi Kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba Bir mangal yürekli Tonguç baba yetmedi bre şahin aman Bir Tonguç baba daha…”
B.Rahmi Eyüboğlu
***
Bizim kayıtlarımıza göre bugün Öğretmenler Günü olmasa da suçu öğretmenlerimize atmadan bir anımı sizlerle paylaşayım dedim...
ANILARLA DÜNDEN BUGÜNE ÖĞRETMENLERİMİZ
Kızımın ders durumunu sormaya gitmiştim. Hocası, dalgın dalgın yüzüme bakarak “ Bir fotoğrafı var mı? Sınıf kalabalık, kırk kişi, anımsayamadım da” dedi.
Anımsayamadım?
Dönüşte çınladı durdu bu söz kulaklarımda. Okullar açılalı altı ay olmuştu. Hala öğretmen, öğrencisini tanıyamıyordu.
***
Anılar, döküldü yollara. Çocukluğumu anımsadım. Yaklaşık kırk beş yıl öncesini. İlkokuldaydım. Öğretmenim, Köy Enstitüsü çıkışlıydı.
Deyim yerindeyse ömrünü adamıştı eğitime ve bize.
Okul yetmiyordu; çarşıda ki, yolda ki hareketlerimiz, davranışlarımız bile göz hapsindeydi.
Göz hapsi dedimse, şimdiki gibi E tipi, F tipi hapislerden söz etmiyorum tabiki. İyiden, güzelden yana denetimlerdi hep.
Özel yaşamımıza kadar inmişti. Ailesel sorunlarımızı ve konumlarımızı en az bizler kadar o da biliyordu.
Evimizde elektriğin olmadığını bildiği için sık sık bana “ Sen, derslerine mümkünse gündüzleri çalış, akşama bırakma, lambanın ışığında gözlerin bozulur ” derdi.
Ben de hep çocuksu aklımla arkadaşlarımdan ve yoksulluğumdan utanırdım.
Kentin en yoksul, Okulun en başarılı öğrencilerindendim.
Haftada bir “yardımcı dergi” dağıtılırdı. Şimdi anımsamıyorum ama cüzi de olsa bir bedeli vardı tabi.
Öğretmenim, benden para almazdı. “Başarılı öğrencilere Milli Eğitim, ücretsiz veriyor” diyordu.
Öğretmenim, aynı zamanda TÖS ün ( O yıllarda ki Türkiye Öğretmenler Sendikası ) İlçe Temsilcisiydi.
Altmışlı yılların sonları ya da yetmişli yılların başlarıydı. Öğretmenler, greve gitmişti. Müfettişler, bizim yanımızda öğretmenimizin ifadesini alırken alaycı bir şekilde “ Nedir bu tös tös…” diye azarlamışlardı.
Hocamız, gayet sakin bir şekilde “ Biz, köyde yola doğru gitmeyen öküzlere tös tös deriz. Şimdi de Milli Eğitim’i doğru yola getirmek için inadına TÖS diyoruz ” demişti…
Boş zamanlarında hep bir şeyler aşılıyordu ( ya da çok şeyler aşılıyordu) çocuksu beyinlerimize.
Emekler boşa değildi. Aşılar, yıldan yıla tutuyordu. Yoksul ilçemin, kıraç topraklarında genç ve aydınlık beyinler boyatıyordu.
Artık ilçemiz ve okulumuz dar geliyordu bize. Ülkemizi kurtaracaktık; Hem yoksulluğu hem de insanlığı kurtaracaktık.
Deniz’lerin idamında Divriği Kalesi’ni fethetmiş ve saatlerce marşlar söyleyerek eylem yapmıştık.
Beş yılımı böyle tamamladım Divriği de Cumhuriyet İlkokulu’nda Abidin Çankaya’nın kutsal gölgesinde.
Sonra ki yıllarda Hocam dan da ayrıldım, İlçemden de. En büyük metropollerin en gözde okullarında okudum.
Aradan onlarca yıl geçti. Hocam ve ilçem; Belki binlerce kez girdi düşlerime. Geçen yaz Divriği’ye gittiğimde Hocam’a da uğradım.
Sanki babalık özlemiydi gözlerinde ki ışık. Tutamıyordu sevincini, gözleri yaşarıyor; Sözler, boğazında düğümleniyordu.
Subaylık, hapislik, üniversite; Yürüdüğüm uzun ve çetin bir yoldu. İlkokul bitmiş ama takip bitmemiş hocamın gözlerinde.
Beni bana anlatıyordu. Aynı kararlı gözlerle, aynı babacan sözlerle “ En iyisini yaptın, sana da bu yakışırdı” diyor ve sözlerine devam ediyordu
“ Evde iki çocuğum vardı. Sınıfta da kırk. Çok emek verdim sizlere. Bir umudum da sendin. Yüzümü kara çıkarmadın”
Okul dönemlerimde beni özel yaşamımda bile nasıl takibe aldığını; Haftalık dergilerin parasını, Milli Eğitim’in değil de kendisinin cepten ödediğini kırk yıl sonra ben de yeni öğreniyordum.
Başarılarımı ve yoksulluğumu adım adım izlediğini, çocuksu onurumu düşündüğünden o yıllarda birçok şeyi bana yansıtmadığını, uzun uzun anlattı.
Cilt cilt TÖS dergileri çıkarttı, darbecilerin bile bulamadığı ve kanlı elleriyle, kirli gözleriyle kirletemediği kutsal zulasında.
Yaşlanmıştı Hocam; Saçları gibi aklaşan yüreği, hala Köy Enstitülerinde atıyordu.
Asıl suçu, düzene yüklerken öğretmenlerden de şikayetçiydi.
“ Ne halkın sorunlarıyla, ne de öğrencileriyle ilgileniyorlar ” dedi. “ Örgütlü değiller, kendi hakları için bile mücadele veremiyorlar ”
Çok şeyler vardı hala öğreneceğim Abidin Hocam’dan.
Ben, hala bilgiye aç bir öğrenci, o da hala kendini eğitime adamış bir rehber, bir ışıktı.
****
“ Hayırdır nereden geliyorsun böyle dalgın dalgın?" dedi, arkadan sırtıma vuran bir dost.
Birden kapandı zaman tüneli.
Bir anda uçuverdi çocukluğum, silik hafızamda.
Bir anda düştüm, yabancısı olduğum varlık deryasına
Toz, çamurdan mutluluk kokan ayaklarım birden değdi soğuk asfalta.
Kendimi toparladım, “ Hiççç, dalmışım ” dedim “ Okula kızımın ders durumunu sormaya gitmiştim de …”
|