“ Gene ataş düştü Dersim obaya
Cümle kurtlar, kuşlar döndü yuvaya
Niyaz eylemişem Munzur Baba’ya
O gece düşümü yoran olmadı…”
MUNZUR DAĞI ANISI…
KAMPTA
Ben, çadırımı iki bin dört yüz rakımlarına kurduğuma göre demek ki onlar, yaklaşık üç bin kotlarındalar
Gece vakti öyle güçlü bir ışık tutular ki çadırımın içi gündüz gibi aydınlandı
Kapısını araladım, gecenin soğukluğu acımasızca yüzümü okşadı.
Evet karşı dağın en tepesindeler
Aramızda zorlu ve sulu bir kanyon var
Kimler olabilir ki?
Asker olacağını sanmıyorum; Gecenin bu saatinde öyle sarp bir arazide askerin gezinmesi intihar gibi bir şey
Dağdakiler de olamaz; Asker deneyimimle onların gece karanlığında böyle fenerlerle gezineceklerini, sağa sola ışık tutacaklarını hiç sanmıyorum
Aklıma son köyde, son konuştuğum yaşlı amcanın sözleri geldi; Yaylalarda çobanların ( Şavaklılar mı demişti ?) olduğunu söylemişti
Evet çobanların olma olasılığı daha fazla
Ama bu düşüncelerimi toparlayana kadar, kendime gelene kadar korkudan soğuk gecede nasıl soğuk terler döktüğümü bir ben bilirim.
Korkum biraz azalmış ama rahatım kaçmıştı; Bir saat önceki cennet düşlerim her an cehenneme dönüşebilirdi.
Konuştuğum son köylü, zaman zaman operasyonların da olduğunu daha yeni arıcılık yapan bir tanıdıklarının sol bir örgüt tarafından çadırından infaz edildiğini anlatırken nasıl da ürpermiştim.
Oysa daha yola çıkmadan tüm çevrem beni uyarmıştı
Bu koşullarda Munzur dağlarına çıkmak? Hem de en yüksek zirvesine, hem de tek başıma?
Geçen yıl da aynı dönemde Medetsiz’deydim; Yine tek başıma
Sahi neydi beni bu dağlara savuran amansız sevda?
Kendimi arayıp, kendimi bulmak mıydı?
Yoksa hafızamla, aklımla birlikte kendimi de kaybetmek miydi?
Ya da düşlerimi süsleyen Munzurlar sevdası, çocukluğuma kadar uzanan Munzur Dağı direnişi, Munzur dağı türküleri miydi?
Her neyse gece karanlık, gece soğuk, gece düşlenen düşlere gebeydi…
YOLDA
Gece ışığın tutulduğu o tepeye de uğramam gerekiyordu
Bu muammayı arkamdan bırakarak dönmemem lazımdı
Yolum bir saat kadar uzadı; Kanyonu etrafından dolanmak hiç de zor olmadı
Çoban Siverekliydi; Sürü sahipleri Şavaklılarmış
Sürü dedimse öyle bir sürü gibi düşünmeyin, sayıları yüzleri geçen üç beş ayrı sürüydü sadece benim görebildiklerim
“Biz de merak etmiştik” dedi çoban “Akşam çadıra geldiğimizde çocuklar söyledi, bu dağlara öyle kolay kolay gelen giden olmaz da, hayırdır nerelerde gelirsin, senin ne işin var bu dağlarda? ”
Sahi benim ne işim vardı bu dağlarda?
En zor soruydu, hiç konuşmadan yorgun gözlerim sol ilerideki zirveye döndü. Bir kez daha korktum heybetinden; Son kayalık kısım geçit verecek miydi?
Anladı, fazla konuşmadan “ Çok ayı var, taş bile yuvarlayabilirler, dikkat et ” dedi; Beni Allah’a emanet etti, kendisi sürüsüyle birlikte Suvari gediğinden aşıp gitti.
“Çok ayı var dikkat et” ha?
Oysa ben çocukluğumdan beri ayıların peşindeydim
O kadar uğraşmama rağmen kendi köyümde ben hariç ayıları görmeyen kalmamıştı
Görünce ne yapacaktım?
Saldırırsa kendimi nasıl savunacaktım?
Silahımı bile yanıma almamıştım
Niye alayım ki? Ben Enel Hakk demişim, can kutsal demişim; Her can, Tanrı’nın yer yüzündeki yansıması demişim; Nasıl kıyarım cana, nasıl?
ZİRVEDE
Güneş tam tepemdeydi; Umduğumdan daha geç varmıştım zirveye
Dik kayalık çarşak kısmı çok zorlamış ve çok oyalamıştı.
Mehter takımı gibi üç ileri, iki geri gidiyordum
Ama sonunda muradıma ermiş, bir düşten uyanmış ya da düşlediğim düşe düşmüştüm; Ağbaba nın ya da Akbaba nın yanında, koynunda, zirvedeydim artık
Tüm Munzurlar, irili ufaklı karlı zirveleriyle ayaklarımın altındaydı
Batıda en sonda görünen Yama Dağları, Baydığın Dağı olmalı; Yaklaşık iki bin altı yüz rakımıyla doğduğum mezranın en yüksek noktası
Ben, bir baraj biliyordum, ne çok baraj varmış meğer uçsuz bucaksız vadiler boyunca
Hemen yanımdaki taşlarla çevrili alan yatır olmalı; Köylüler anlattı Ağbaba yatırını
Eskiden Munzur Baba’ya adaklar adanır, kurbanlar kesilir, bir gece bu dağda bu ziyarette kalınırmış
Eskiden tabi, son otuz, kırk yıldır devlet bunu da yasaklamış
Hatta daha sonra uğrayacağım başka bir dağın zirvesindeki Düzgün Baba yatırını yıkmış bile!
Bir de bana dağa çıkmadan mutlaka izin al demişlerdi
Kimden izin alacakmışım? Niye?
Kime anlatabilirim bendeki bu sevdayı? Kim anlayabilecek? Kim izin verecek? Mümkün mü?
Bir albayın bir askerden izin aldığı nereden görünmüş J
Her şeyden önce izinle niyaza gitmek, izinle dara çekilmek, izinle aklanmak, izinle paklanmak töremize yakışır mı? Ağbaba, Munzur Baba kabul eder mi?
İki saat kadar uyumuş kalmışım yorgun bedenimle Ağbaba’nın koynunda
Geyik sürüsünün yuvarladığı taşlarla uyandım
Onlar benden kaçarken ben, onlara koşuyordum
Onlar gözden kaybolurken Ben, aradığım kendimi bulmuştum 3.500 rakımlarında, Ağbaba nın koynunda…
|