Gidiyor, kalktı göçümüz
Durmaz, kan ağlar içimiz
İnsan olmakmış suçumuz
Hasan Dağı insan olmak…
ERMENİ AMCALARIM ve ÖZÜR BORCUM
Sis perdeleri arasında zor seçiyorum çocukluk yıllarımı.
Bir katırın ( ya da atın ) üstünde cıncık-boncuk satan, Çerçi dediğimiz sarışın bir Amca vardı.
Köy meydanında satışlarını tamamlayınca bizim kapıya gelir, dalgın gözlerle çayını yudumlardı.
Arkasında horoz fotoğrafı olan yuvarlak bir ayna almıştı Babam.
Ayna, henüz yüzümüzle barışık değildi; Ya da yüzlerimiz aynalarla.
Ayna, bizler için bir oyuncaktı; Karanlık ahırlara, dik duvarlara ya da uzak gölgelere savururduk bir tutam güneşi horozlu aynalarımızla.
Büyüyünce öğrendim Ermeni olduğunu Çerçi Amcanın.
***
Sis perdeleri arasında zor seçiyorum çocukluk yıllarımı.
Kapları kalaylayan bir başka amcamız daha vardı.
Bakır kaplarımızı kor alevlerle parlak kalay rengine dönüştürüyordu.
Bazen de para yerine eski kap kacakları alıyordu.
Bir de nalbantçı amcalar vardı.
İki üç kişi birlikte geliyorlardı köyümüze.
Hayvanların yakalanması ve nallanması biz çocuklar için güzel bir şölendi.
Büyüyünce öğrendim kalaycı ve nalbantçı amcaların da Ermeni olduğunu.
***
Sis perdeleri arasında zor seçiyorum çocukluk yıllarımı.
Komşu köyde yaşlı bir nene vardı; Adı Gelin Ana’ydı.
Çakır gözlü, ak yüzlü, az konuşan bir kadındı Gelin Ana.
Yaşlı bir kadına “Gelin” mi denilir?
Ölümünden sonra öğrendim Ermeni olduğunu; Asıl adının da Gelin olmadığını.
Ailesi, sürgüne (ya da meçhule) giderken küçük kızlarını gelin ya da emanet bırakmışlar komşularına.
Küçük kızın adı Gelin diye geçmiş resmi kayıtlara. Ne asıl adını bilen vardı, ne de acılı öyküsünü.
***
Köyümüzün merkezinde Kilise Tarlası diye düz bir alan bulunur.
Büyüklerimiz anlatırdı; Benim doğduğum yıllarmış, köyümüze üç Ermeni gelmiş.
Kilise tarlasında kazı yapmak istemişler.
“Babalarımız kıymetli eşyalarını alamadan, apar topar köyden kaçmışlar. Kazıdan çıkacak kabımız-kaçağımız, halılarımız bizim; Paralar ve altınlar sizin olsun” demişler ama bir anlaşmaya varamadan köyden ayrılmışlar.
***
Çok sonradan tanıdım Oanis Amca’yı; Çetinkaya’da değirmenciydi.
Sohbeti kısa kestirdi. “Sorma oğlum” dedi korkulu gözlerle. “Allah Alevilerden razı olsun, onlar bize sahip çıkmış, onlar kapılarını açmış bizimkilere. Bizim buralarda olmamız da onların sayesinde.”
***
Ben sadece yarım asırlık bir geçmişin ve üç beş köyün tanığıyım
Acı, kan ve kıyım kokan bir yarım asır da benden önce varmış.
Bir buçuk milyon insandan söz ediliyor; Anadolu’nun nüfusu on milyon kadarken.
Şimdi ne çerçi, ne nalbant ne de kalaycı amcalarım var.
Ne de onların oğulları, torunları.
Onun için resmi diller ne derse desin ben gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum Ermenilerin yaşadıkları acı olayları
Onun için benim de bir özür borcum var çerçi, nalbantçı, kalaycı, değirmenci amcalarıma.
Hem de dinimden, ırkımdan ya da mezhebimden dolayı değil
İnsan olduğumdan.
|