“Derdimin dermanı sizdedir dağlar…”
BİR BOZDAĞ ANISI
Atilla ilhan, “Elinin arkasında güneş duruyordu aylardan Kasım dı, üşüyorduk; ağacın biri bulvarda ölüyordu…” diyor Sisler Bulvarı şiirinde.
Aylardan Kasımdı, Biz de üşüyorduk. Sanki soğuk ve sis, bulvarları terk etmiş Bozdağ’ın eteklerine konmuştu.
Bu da azmış gibi rakımlarla uyumlu yağmur-dolu-kar ve tipi.
Bir dağcı için olumsuz ne varsa hepsi yan yana gelmişti.
Sis, dilleri de yutmuştu. Ayak seslerini çoktan savurmuştu acı poyraz. Sessizlik yüklenmişti sırt çantalarımıza. Sessizlik taşınıyordu iki binli rakımlara.
Çok şeyler düşündü ekibe yeni katılan biri. Yaşadıklarını, yaşayamadıklarını? Yarıyı çoktan deviren ömrünü…? Pazarcıydı. Sanki malları değil de ömrünü pazarlamıştı yalan yıllara. Her yolu denemişti. Her yol ayrı bir bataktı. “Bir yol daha olmalı” dedi; Gitmediği, bilmediği, " kentlerden kaçan, dağları dolaşan, insana ulaşan bir yol daha olmalı" dedi…
Ya ortalarda ki? İnsan, bedenine cefa çektirmekten mutlu olur mu? Yorgundu. Bitkindi. Ama mutluydu işte. Sisler, ne çok benziyordu düşlerine. Boşluğa bırakası geldi bedenini. Sislerin ötesine; Sonsuzluğa. Sonra da güldü. " Daha yürünecek çok yolum var " dedi.
Orta yaşlı olanı, sisler arasına göz kırpan her tepeyi zirve sandı. Her yanılgı, biraz daha güç verdi yorgun ayaklarına. Kim bilir belki umut da böyle bir şeydi. Hep bir adım, bir tepe ötedeydi? Yine de sislere yenik kör gözlerle hep asıl zirveyi aradı puslar arasında. "Zaten yaşam da bir arayıştır" dedi kendi kendine.
Bir diğeri Ağrı Dağı'ndan yeni dönmüştü. Biraz olsun uzakları anımsadı. Yüzünü poyraza verdi. Derin bir nefes aldı. Sonra gülümsedi. " Benim ki çıkmak değil, beş binlerden iki binlere inmekmiş meğer" dedi.
Önde ki kendi dünyasındaydı. Türkülerle doluydu.
Bir ara dağları ve türküleri harmanladı. Sahi ne çok türkü vardı dağlar üzerine. " Dağlar mı türküleri sevdirdi bana; Yoksa türküler mi dağları ?" diye düşündü. Sonra da cevabını kendisi verdi, "Yok yok, zaten bir bütündür; türküler, dağlar ve ömrüm..." dedi.
Toplam on dört kişiydi. On dört yürek. Ayrı bir dünya arıyorlardı, Bozdağ ın eteklerinde yan yana yürüyerek.
Sessizliğin sesiydi adımlara yüklenen. Belki bir kaçış, belki bir arayıştı...
Kaçtıkları neydi? Ya aradıkları? Kimdi? Neredeydi? Nasıldı? Neydi?
Atilla ilhan, sisler bulvarında aradı; Ama ömrü yetmedi; Bulamadı. On dört nefes, karda, dağda, tipide…
Kaçı bulacaktı.
Kaçının ömrü yetecekti o günleri görmeye.
Kim çizecekti mutluluğun resmini? Kim çizip asacaktı yaralı yorgun yüreklerinin tam ortasına;
Ve kim bilir kaçı, “ Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm ölsem gayrı gam yemem " diyebilecek ti?
Hıdır ÇAM
|