Bir Muğla sevdalısı
Bir Muğlalı
Bir Şair
Bir Komünist
Bir alaylı mimar
Unutmadan
Muğla merkezde CHP li belediyenin yaptırdığı
Belediye nin iş hanına
Katil Mustafa MUĞLALI'nın adını vermektense
Nail ÇAKIRHAN'ın ismi yakışmaz mı ? !
Ve yazının sonunda bir not !
NAİL ÇAKIRHAN ( 1910-2008 )
( İTÜ Sözlük katkısıyla )
1910 yılında Ula’da doğan nail Çakırhan, ilk öğrenimini Ula’da, orta öğrenimini de Konya’da yapmıştır.
1927 yılında Konya’da "Kervan Dergisi"ni çıkarır. Daha sonra İstanbul’a gider ve "Resimli Ay Dergisi"nde çalışmaya başlar. Bir yandan da İstanbul Üniversitesi felsefe bölümüne devam eder. Nazım Hikmet’le tanışır.
Nazım'la dostlukları kısa sürede ilerlemiştir. 1930'da ortak kitapları “1+1=bir”'i çıkarırlar. Bir dönem nazım hikmet'in babasının evinde birlikte yaşarlar. İki yıl sonra da 'Komünist Teşkiları” kurmaktan gözaltına alınırlar.
1933'te, cumhuriyet'in onuncu yılı nedeniyle çıkarılan genel aftan yararlanır ve 1934'te serbest kalırlar. İş istemek için yine memleketlisi Yunus Nadi'ye başvurur.
Cumhuriyet gazetesiyle birlikte Hayat Ansiklopedisi’nin düzeltmenliğini üstlenir. Uğruna işkence gördüğü, hapislerde yattığı sosyalizmin ne olduğunu tam olarak bilmiyordur. Öğrenebilmek amacıyla 1934'te kimseye haber vermeden ortadan kaybolur. İstanbul’dan Hopa’ya, oradan da bir arkadaşının yardımıyla Sovyetler Birliği’ne gider. Komintern'le ilişki kurar ve Moskova’da Puşkin Meydanı’na yakın bir yurtta üç ay Rusça öğrenir. Ardından Moskova Doğu Halkları Üniversitesi’ne (kutv) girer. Orada iki buçuk yıl sosyalizm ve ekonomi görür. Stalin, Tito, Hoşimin, Kurşçev, Dimitrov gibi önemli siyasetçilerin bazılarını görür, bazılarıyla tanışma fırsatı bulur. Öğrenimi sürerken bir yandan da uygulamaları yakından görmek ister ve kendi isteği üzerine moskova yakınlarında bir tekstil fabrikasına gönderilir. Orada evlenir. Evlendiği kızın adı Taisa'dır. Yönetimin pek hoşuna gitmese de engel olunmamıştır evlenmelerine. Sekiz ay sonra bir talimat gelir. İkinci dünya savaşı çıkmak üzeredir. Orada bulunanların savaş sırasında çalışmalarını kendi ülkelerinde sürdürmeleri uygun görülmüştür. Hemen yola çıkması istenir.
1937 yılının 27 nisan günü sekiz aylık hamile karısından apar topar ayrılıp birkaç Türk’le birlikte Odesa'ya gider. Oradan da bir takaya binip İstanbul’a doğru yola çıkar. Limanlara uğramadan dört gün açık denizde yol alan takadan Rumelihisarı’nda iner. Geceyi Beyoğlu’nda bir hamam da geçirir, Bandırma-İzmir üzerinden gizlenerek memleketi Muğla’ya ulaşır.
Daha birinci hafta onu ula çarşısında gören nahiye müdürünün ihbarı üzerine yakalanır. Tutuksuz olarak yargılanır ve sınırı pasaportsuz geçmekten başka suçu olmadığı için aldığı hafif ceza tecil edilir.
Yurda dönüşünün ilk ayında askere alınır. Manisa Piyade Tümeni’nde muhasebe işlerine bakmakla görevlendirilir. Subaylık hakkından yoksun bırakılsa da iyi, muamele görür askerde. 1937 sonlarında sağlık nedenleriyle hava değişimi alır, sonra da çürüğe çıkarılır.
1938'de “Tan” gazetesinde çalışmaya başlar.
Bir dönem kitapçılık yapar, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda muhasebeci olarak çalışır. Bugün emekli olan ama bilimsel çalışmalarını aralıksız sürdüren ünlü arkeolog profesör Halet Çambel o sırada üniversitede asistandır. Türkiye’nin olimpiyatlara katılan ilk bayan sporcusu, Sorbonne mezunu genç bir hanım... Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Çambel'in kızı.
Aile evlenmelerine karşı çıkar, ama onlar kararlı davranır ve gizlice evlenirler. Sevgi, dostluk ve dayanışma temelinde yükselen örnek beraberliklerinin ilk yıllarında, geçimlerine katkı sağlamak için çeviriler yaparlar.
1945'te Sabiha ve Zekeriya Sertel'in çıkardıkları “Görüşler”'in dergi sekreteridir nail v. yakın tarihimizin bu önemli dönemecinde çıkan Görüşler'in ilk sayısı o güne kadar görülmedik bir rekor kırarak 55 bin satar. Ne varkı ikinci sayı çıkamayacak, 4 Aralık 1945'te tan matbaası yakılacaktır.
1946'da kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi’nin kapatılması üzerine tutuklanır ve dört yıl yattıktan sonra 1950 affından yararlanarak serbest kalır. On beş gün sonra da yurtdışında tedavi görmekte olan Halet Çambel'in yanına giderek İtalya, Fransa, İsviçre ve Avusturya’da toplam bir buçuk yıl kalır.
İşsiz bir adam olarak Türkiye’ye dönüşü, kendisinin de öngörmediği yeni bir evreye doğuşun ilk adımıdır. Adana Karatepe’de prof. Bossert'le birlikte kazı yapmakta olan Halet Hanım'ın yanına gider. Kazıda çıkan arkeolojik buluntuların restarosyonu, korunması ve sergilenmesi için geniş bir alanın saçaklıkla örtülmesi gerekmektedir. İşe başlayan müteahhit bırakıp gitmiş, yerine yenisi bulunamamıştır. Avan projesini mimar Turgut Cansever'in yaptığı işi yürütmek nail Çakırhan'a kalır. Oysa hiçbir deneyimi yoktur bu konuda, çivi bile çakmamıştır. Harıl harıl kitap okur, ustalarla konuşur ve son derece başarılı bir uygulama çıkarır ortaya. Türkiye’nin ilk açık hava müzesi ve ilk geniş saçaklı 'çıplak beton' uygulamasıdır bu. İş bu kadarla kalmaz: kazı evi, karakol, orman bölge şefliği binaları, bölge yatılı okullarının inşaatı gelir ardından. Bu süreç, aynı zamanda, idealist bir yurtseverin, Nail Çakırhan ve Halet Çambel çiftinin çeşitli engellemelere karşın kendileriyle dayanışmaya giren her kademeden yönetici, meslektaş ve yöre halkıyla birlikleri örnek bir çalışmadır.
1963'te Ankara’da, projesi yine Turgut Cansever'e ait olan Türk Tarih Kurumu binasının inşaatını gerçekleştirir. Ardından Alman Elçiliği’ne bağlı Alman Lisesi’nin yapımı gelir. Aynı yıl, Halet Çambel Ergani’de Chicago Üniversitesi işbirliği ile kazıya başlamıştır. Orada da bir kazı evi yapar, kazılara yardım eder. Katkılarından dolayı eşiyle birlikte Chicago Üniversitesi’nin davetlisi olarak Amerika’ya çağrılır. Üstelik süresiz vize verilmiştir. Gidemezler. Yoğun çalışmalardan yorgun düşmüş, sağlığı bozulmuştur.
1970'te, doktor tavsiyesine uyarak eşiyle birlikte Akyaka’ya gider. Dinlenebilecekleri, huzur içinde çalışabilecekleri bir eve gereksinim duyarlar. Akyaka’da iki dönüm toprak alır ve iki ustanın yardımıyla inşaata başlar. Geleneksel mimarimizin özelliklerini günümüz koşullarıyla buluşturan, çevreyle doğayla bütünleşen bu küçük ev harikulade estetiği ile hayranlık uyandırır görenlerde. Peş peşe talep gelmeye başlar. Yakın dostları, arkadaşları kendileri için de ev yapmalarını isterler. Ardından turizmciler... Hiçbirini kıramaz.
1983'te, aklının ucundan bile geçmeyen bir sürprizle karşılaşır. Dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden Ağa Han Uluslararası Mimarlık Ödülü verilir Çakırhan'a.
Mimarlık eğitimi almamış, kendi kendini yetiştirmiş birinin böylesi önemli bir ödüle layık görülmesi akademik çevreleri ayağa kaldırır. Mimarlıkta alaylı-mektepli, geleneksel-çağdaş tartışmaları yıllarca sürer.
Ödülden gelen parayla Muğla’daki eski bir hanı kültür evi olarak restore eder. Ardından otel inşaatları, Letonya, Montana gibi büyük tatil köyleri gelir.
Akyaka, Dalyan, Bodrum, Muğla, Datça, Fethiye’deki birbirinden güzel yapılarıyla geçmişin değerlerini günümüze ve geleceğe bağlayan bir ad olarak efsaneleşir.
Mimar olmadan en büyük mimarlık ödülünü alan bir insandır Nail Çakırhan, ardından çok ilginç ve çok renkli bir iz bırakarak 10 Ekim 2008 de Muğla’da yaşama veda etti…
***
Şimdi asıl konuya gireyim
Nail Çakırhan, aynı zamanda iyi bir komünist, iyi bir şairdir
Nazım’la ve sanat dergileriyle o derecede iç içe olmasının bir nedeni de budur zaten.
Aşağıda ki şiir Nail Çakırhan’a aittir
Bizzat kendi sesinden dinlemiştik sağlığında.
Ama birçok insan ve internet dünyası bu şiiri Nazım Hikmet’in olarak bilir
Özellikle Kadınlar Günü’nde yoğun şekilde paylaşıldı bu şiir Nazım’ın adıyla
Nazım’ı da Nail’i de saygıyla anarak…
KADIN Kimi der ki kadın
soğuk kış gecelerinde serip
bir döşek gibi yatmak içindir kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli bir köçek gibi oynatmak içindir kimi der ki hamur yoğurur kimi der ki çocuk doğurur kimi der ki bunca yıldır yaşıyorum hayalimdir kimi der ki boynumda taşıyorum vebalimdir ne hayal, ne vebal, ne döşek, ne köçek o benim kollarım, bacaklarım, dudaklarım ve başım o benim özkardeşim, eşim, kavga yoldaşımdır''
Nail ÇAKIRHAN
|