Öykü gibi, anı gibi bir şey işte...
KÖPRÜ
Köprünün ortasındaydım. Köprü sallanıyordu. Anılar dökülüyordu Himalayalar’ın boz bulanık sularına…
Ekip, çoktan kaybolmuştu gözden; Sedir ağaçları çalmıştı her birini birer birer…
Dağlar, karlı; Dağlar, sisli; Dağlar, kanatlanmış üstüme üstüme geliyordu.
Köprünün ortasındaydım; Köprü sallanıyordu. Anılar dökülüyordu Himalayalar’ın boz bulanık sularına…
Önümde yalın ayak bir çocuk, sırtında kendinden ağır, kendinden büyük bir yük
Arkamda tam donanımlı bir dağcı; Havası, Himalayalar’dan da büyük…
Ya Ben? Ben, hangisiydim? Kimdim? Köprünün hangi yakasındaydım?
Her şey bir kördüğümdü. İlk kez bu kadar yaklaşmıştım puslu zaman tünelime…
Bir düş olamaz, bak acı bir yel esiyor, ellerim üşüyor, gözlerim yaşarıyor, yaşadıklarım dün değil bugündü; Hayır hayır sırtımda ki yükümle Ben daha çocuktum, her şey dündü…
Köprünün ortasındaydım. Köprü sallanıyordu. Anılar dökülüyordu Himalayalar’ın boz bulanık sularına…
Yaklaşık kırk beş yıl öncesiydi. Önümüzde acımasız zemheri, acımasız bir kış; Sırtımda tezek çuvalları, ayağımda bol yamalı lastik ayakkabı, ufukta hırçın dağlar ve uçsuz-bucaksız kayalar, uçurumlar…
Yanımda da Anam; On dört yaşında kaybettiğim dilleri yasaklı, dilleri lal Anam; Sırtında elleriyle söktüğü dağların yakacağı, üç beş karışlık dikenli çalıların kökü, "pırpırık" yükü…
O da geçti önümde az önce; Zayıf, naçar, bir fiskelik canıyla; Çaresiz, solgun bakışları ve rengarenk fistanıyla…
Köprünün ortasındaydım. Köprü sallanıyordu. Anılar dökülüyordu Himalayalar’ın boz bulanık sularına…
Dağlar, karlı; Dağlar, dumanlı; Kafam, karmakarışıktı. Düşüncelerimi saymazsan her şey doğayla barışıktı…
Başım dönüyordu; Öğlen bile olmadan güneş, gözlerimde sönüyordu. Bir şeyler oluştu bana. Zaman sarhoşuydum. Her şey bir anda oldu, gözlerim bir anda doldu; Terledim, üşüdüm; Kendimi kaybettim, tükendim, bittim…
Sahi ben köprünün hangi yakasındaydım? Ötesi neresi? Berisi nereydi? Hiç bitmez miydi bu dağların karı? Yoksa sabahtan beri dilimden düşmeyen türküler mi beni sarhoş etti, türkülerin ahu zarı?
Kafam karmakarışıktı, yönler tükenmiş, yönler de bitmişti; Ne yandan geliyordu? Ne yana akıyordu Himalayalar’ın boz bulanık suları?
Ben, kimdim?
Önümde ki yükü kendisinden ağır, yalın ayaklı çocuk muydum? Yoksa arkada ki tam donanımlı dağcı mı?
Köprünün ortasındaydım, köprü sallanıyordu, anılar dökülüyordu Himalayalar’ın boz bulanık sularına…
Arkamdan biri bağırdı, sopasını salladı, el etti, bilmediğim bir dille çağırdı, geri dön diye. Yüklü hayvan katarıydı köprüye giren, önümde gelen…
Geri döndüm en başa; Korka, korka; koşa koşa…
Aklımı köprüde bıraktım, Anılarımı boz bulanık sularda. Ekibi yakaladım bir çay molasında.
“ Bir şey mi oldu? Duygulu görünüyorsun abi? ” dedi içlerinden biri
Bir kez daha yaşardı bulut gözlerim. Bir kez daha döndü yüzüm boz bulanık dereye. Bir kez daha daldım zaman tüneline.
Çok uzak da değildi; Sanki daha dündü; Her şey bir bulmaca, her şey bir kör düğümdü…
Sahi ben kimdim?
Nereden, nasıl başlamıştı bu dağlar sevdası? Sonu yok muydu? Nereden gelip, nereye uzanıyordu? Neyimi kaybetmiştim? Aradığım neydi, bulduğum neydi bu karlı dağlarda?
Yoksa bir yalan mıydım? Düş müydüm? Gerçekleri gizleyen kapkara bir sis miydim?
Hangi yakasındaydım derenin? Hangi yana akıyordu Himalayalar’ın boz bulanık suları?
Kendimde miydim? Var mıydım? Yok muydum?
Yükü kendinden büyük, yalın ayaklı çocuk muydum?
Ya da dere kenarında kökleri kurumuş bir sedir ağacı mı?
Yoksa tam donanımlı bir dağcı mı?
Sahi burası neresi?
Ben kimdim ???
|