Bir dağlara sevdalandım
Bir de sana
Bir de ikiniz gelince yan yana
Yaşamaya sevdalandım
Ölesiye…
Hıdır ÇAM
BODOSK SANDRAS KAMPI
VE DOLUNAYDA ZİRVE TIRMANIŞI ANILARI
Uzun bir yaz tatilinden sonra cumartesi sabahı başlayan, günümüze renk katan, ruhumuza huzur ve bedenimize kuvvet veren bir tırmanış yapmak üzere 18 kişilik doğasever bir ekiple birlikte Cennet Köyceğiz’in Sandras Çiçek Baba Dağına zirve yapmak üzere yola koyuluyoruz.
Üç ay kadar bir süreyle dağlardan uzak kalmamız ve uzun bir süredir görüşemediğimiz gönül dostlarımızla buluşmak, sanatçılara, şairlere kimi zaman haşmetiyle kimi zaman da yüceliğiyle konu olmuş dağlara zirve yürüyüşü yapmak bizleri heyecanlandırmıştı…
Ayrıca Köyceğiz, göl, yayla ve zirve yürüyüşü gibi etkinliklerin de olması bu kampı kaçırılmayacak kadar cazip yapmıştı…
Yolculuğumuzun ilk molasını Milas Yatağan Yolu üzerindeki Beypınarı’nda veriyoruz.
Tekrar dostlarla görüşmenin sevinciyle keyifli bir kahvaltı yapıyoruz..
Yolculuğumuz boyunca can dostumuz Hıdır ÇAM rehberliğinde on sekiz kişilik bir ekiple Sandras Çiçek Baba Dağına zirve yapmak üzere tekrar yola koyuluyoruz..
Arabada yol boyunca ettiğimiz sıcak sohbetler ,her birimize laf atıldığında farklı yaşadığımız güzellikler renk katıyor yolculuğumuza…
Sade gösterişten uzak, yüzleri hep gülen 18 güzel insanın bir araya gelmesi ve biraz da doğa yolculuğu yapmanın keyfi bizlere kendimizi mutlu hissettiriyor..
Yolculuğumuzun ikinci molasını Akyaka’da yapıyoruz..
Adeta cenneti tasvir eden Akyaka’nın güzel köşelerinde günümüzü fotoğraflarla ölümsüzleştirdikten sonra Köyceğize doğru yola koyuluyoruz.
Öğle yemeği için kendimizi Köyceğiz’in kollarına atıyoruz..
Adeta denizi andıran Köyceğiz Gölü güzelliğiyle hepimizi etkisi altına alıyor..
Köyceğiz’de çok vakit kaybetmeden anayola çıkışının on beş kilometre içerde olan Ağla yayla köyüne doğru ilerliyoruz..
Yemyeşil ormanların içinde yavaş yavaş yaylaya doğru yükselirken bu orman köyünün serin ve tertemiz havasıyla olduğu kadar çağıl çağıl akan kaynak suları ve Yol boyunca ilginç ağaçları bizleri mest ediyor..
İlginç gövde yapılarıyla insanı şaşırtan ağaçlardan oluşan orman köyü adeta ağaç müzesinde gibi hissettiriyor kendimizi…
Köy meydanına girince bizi sevimli bir köy kahvesi karşılıyor.
Çaylarımızı çınar ağacının gölgesinde tatlı sohbetlerle yudumluyoruz…
Ağla Köyü’ndeki anıt ağaçlar anlatılamayacak güzellikte..
Hayret uyandıran bu anıt çınarların en genci 600-800 yaşlarında…
Genelde yaşadığımız bölge gereği çam ağaçlarını görmeye alışkın bizler Köyün büyük çınar ve kestane ağaçlarına hayran kalıyoruz…
Köyü salkım söğütler ve çınar ağaçları süslüyor..
Köyün asıl adı Yayla Köyü olsa da halk arasında Ağla Köyü deniliyor..
Bu bölgede nereye giderseniz gidin sizi çağıl çağıl akan buz gibi serin sular karşlıyor..
Köyde eskiden suların çağlamasına’’insanlar sular ağladı’’ derlermiş, özelliklede derelerin çok çağlamasından dolayı halk ağladı deyimini kullanmış…
Köy kahvesindeki serin çınar ağacının altındaki çaylarımız birken iki oluyor..
Çınar ağacının gölgesini bırakmak hepimize zor geliyor ..
Köyden Köyceğiz manzarası hepimizi büyülüyor.
Ağaçların kokusunu içimize çekip köyceğiz manzaralı toplu fotoğraf çekildikten sonra kamp alanımız olan Gökçeova Gölü’ne doğru yükselirken yemyeşil ağaçlar arasında keyifli bir yolculuk yapıyoruz…yol boyunca kafamızı nereye çevirsek küçük açık bulup kendine yol yapan kaynak sularıyla karşılaşıyoruz…
Nihayet 1800 metre yükseklikteki Gökçeova gölü zümrüt bir yüzük taşı gibi önümüze seriliyor.
Çadırlarımızı hemen göl kenarında kurup eşyalarımızı yerleştirdikten sonra hava kararmadan gölün muhteşem manzarasını fotoğraflarla ölümsüzleştiriyoruz..
Daha sonra yemek hazırlıkları başlıyor. Kamp ateşimizin ışığı ile sıcak dost sohbetleri gecenin karanlığını aydınlatıyor..
Gönül dostlarımızla birlikte söylediğimiz şarkı ve türkülerden sonra dinlenmek üzere çadırlarımıza giriyoruz..
Hedefimiz gece 02.00 da uyanıp dolunay ışığında Sandras Çiçek Baba Dağı zirvesine ulaşmak…
Her dağın bir efsanesi olduğu gibi Çiçek Baba Dağının da efsanesi var..
Çiçek Baba Dağı eteklerinde göçer Yörüklerin ağzında bir uzun efsane anlatılır. Yüzlerce yıl önce Erzurum Horasan da bir medresede yaşayan yetmiş iki eren ellerinde asaları atmışlar. Erenler asalarının düştüğü yerlere gitmişler.. Bunların beşi Köyceğiz yöresindeki dağlara düşmüş. Çiçek Baba, Ölemez, Çaldağı, Aygır ve Şimşir dağlarında asalarını bulan erenler dağların ululuğuyla birleşmişler..
Bugün onların anısına birer mezar vardır. En belirgin olanı ve adına şenlikler düzenlenen Çiçek Baba’dır.Kimisine göre Eren çiçek hastalığına yakalanır ve adını bu hastalıktan alır; kimisine göre ise çiçekleri çok sevdiği için halkın ona Çiçek Baba dendiği söylenir..
Zirveye tırmanırken hepimiz bir yandan dolunayın bizlere sunduğu muhteşem ışığına ve gecenin karanlığında gökyüzünde parıldayan yıldızlara hayran kalıyor; diğer yandan gecenin verdiği inanılmaz sessizliği bozan rüzgarın verdiği serinlik bizi kendimizden geçiriyor..
Tek sıra halinde gecenin sessiz gölgesinde adım adım tırmanırken zirveye, gece dağda ve doğada olmanın hazzını yaşıyor ve kendimizi adeta doğaya teslim ediyoruz..
Yükseklik arttıkça rüzgar şiddetini arttırıyor ve üşümeye başlıyoruz..
2294 metre yükseklikte olan Sandras Dağına yükseldikçe tek bir ağaç bile göremiyoruz..
Zemin çok sert taşlardan oluşuyor..Nihayet zirveye 06.00 sularında varıyoruz.Zirveye varmanın mutluluğu bambaşka bir güzellikte…Hemen kendimize zirve ateşi yakıp ısınmaya çalışırken günün doğuşuna şahit olacağımız o muhteşem anı beklemeye başlıyoruz..
Çoğumuz güneş doğarken karanlıkları yaşam biçimimize dönüştürmek istercesine başımızı yorganın altına saklasak da güneşin doğuşunun ihtişamına o an tanık oluyoruz…
Güneş doğarken ufuk çizgileri iyice belirginleşip sanki varlıkla yokluk arasında bizleri yolculuğa çıkarttığı hissine kapılıyoruz..
Gece boyunca bizlere tüm ihtişamıyla ışığını bizlerden esirgemeyen ay ,usulca bir kenara çekilirken güneş yavaş yavaş yükselmeye gözlerimizi kamaştırmaya başlıyor. Karanlığı aydınlatıp adeta ruhlarımızı eritiyor.. Varlığımızın farkına bu muhteşem görkemli ana tanık olmakla daha çok varıyoruz…
Ay sessizce kaybolmaya başlıyor. Sanki güneş ve ay gökyüzünde dans ediyor; tıpkı ayın güneşi izlediği gibi bizlerde yepyeni bir güne yeniden doğuyoruz..
Gün doğarken , sanki hayatımıza bir çok güzelliği beraberinde getirecekmiş gibi bir heyecana kapılıyoruz..
Zirvede ayı batırıp o muhteşem anlara şahit olduktan sonra inişe başlıyoruz…
İnişte çam ağaçlarının arasına dalıyoruz. Sabah serinliği ,mis gibi kokan çam ağaçlarının kokusunu burnumuza taşıyor..Ve kamp alanımıza dönüyoruz..
Çadırlarımızı topladıktan sonra yolculuğumuzun son durağı olan Ören in serin Akbük denizinde adeta kutsanıyoruz..
Bu rengi ve temiz olmasıyla dikkat çeken eşsiz deniz tüm yorgunluğumuzu alıyor.
18 güzel insanla yaptığımız zirve yolculuğu ,yudumladığımız enfes çaylardan sonra son buluyor ve bir daha ki zirve yolculuğunda buluşmak üzere gözlerimizde umut ,yüzümüzde gülümseme ve yüreğimizde insan ve doğa sevgisiyle ayrılıyoruz…
Aynur BURAN ( Milas )
|