şimdi ne bir mahkumum, ne de bir sanık
sorulacak hesabım var, çürük bedenim tanık
Askeri anılarımı yazdığım “BEN ASKERKEN” adlı sanal kitabımdan…
ve 12 eylül sonrası
MAMAK’ta
Bir buçuk ay hücre ve Emniyet sorgusundan sonra dört subayla üç dört sivil, bir polis otosuyla üçüncü durağımız Mamak Cezaevi yolundaydık. Arabadan inmemizle birlikte tekme tokat yağmuruna tutulmamız da bir oldu.
Sağlı sollu askerlerin oluşturduğu bir koridorda düşe kalka ilerliyorduk. Sonunda geniş bir alana çıktık. Aksanından anladığım kadarıyla Kürt bir asker tarafından sıraya dizildik. Diğer askerler, meraklı gözlerle biraz ileride duvar dibinde bizi izliyorlardı.
Bize tekme tokat girişen o askerlerin arasında o sırada Mamak’ta askerlik yapan Halamın Oğlunun da olduğunu çıktıktan sonra öğrendim.
Benim bu halimi gören Hala Oğlu, dayanamayıp aynı gün Mamak’taki birliğinden firar etmiş.
Görevli asker, çok bozuk bir Türkçe ile emirler dağıtıyordu. Artık biz asker, o komutandı. Bizim o güne kadar öğrendiklerimizin on katını öğretecekmiş bize o gün akşama kadar.
Biz birbirimize bakıp tebessüm ettik. Görmüş olmalı ki bir hışımla aramıza dalıp sağlı, sollu rastgele yumruklar tekmeler fırlatmaya başladı.
Bizden önce gelmiş olan on beş, yirmi sivili de aramıza katarak yürüyüşler yaptırmaya başladı.
Yürüyüş kararları saydırıyordu ama bizde ses soluk yoktu.
Bizim yüzümüzden dayak yediklerini sanan sivillerle de aramız açılıyordu.
Sivillere, bu askerin görevi bizlere dayak atmak, boş yere bağırmanıza gerek yok dedik ama anlatamadık.
Dayak atmaktan yorulmuş olacak ki saat başı beş on dakika mola veriyordu. Molalarda bir duvar dibine tek sıra diziliyorduk. Herkes yönünü duvara dönüp önüne bakıyordu.
Bir mola anında asker, çok bozuk bir Türkçeyle “ Soldan sağa sırayla mesleklerinizi söğleyin ” dedi. Öğretmen, doktor, üniversite öğrencisi, subay vb sesler duyulunca “Kalkın lan komünist piçler ” diyerek okumuşlara ve bizlere karşı olan! içindeki kini ve hıncı dökmeye çalışıyordu.
O günü akşama kadar jop, küfür ve dayak yemekle geçirdik.
Akşam olunca A Blok’taki tel kafeslere konulduk. Uzaktan askerler, garip gözlerle bize bakıyorlardı. Kendimizi hayvanat bahçesinde ki hayvanlara benzetip göz göze geldikçe (belki de teselli olsun diye) acı acı gülümsüyorduk.
|