“Bilmemezlikten değil
Fukaralıktan pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz…”
Ahmed ARİF ( 33 KURŞUN )
OTUZ ALTI KURŞUN !!!
Yaşları on üç le, yirmi arasında otuz altı çocuktu…
Otuz yıl süren kirli bir savaşın son kurbanlarıydı onlar.
Sıcaklık, eksi yirmi derece, karlı bir dağdı.
Emir, Ankara’dan; Ölüm, göklerde yağdı.
Yaşları on üç le yirmi arasında çoğunluğu lise öğrencisi otuz altı çocuk yok artık aramızda.
Önce yaylalar yasaklandı onlara, sonra hayvancılık.
Sonra da köylerine kadar gidildi; Silahların gölgesinde bağlar, bahçeler talan edildi.
Kaçakçılık, tek geçim kaynağı oldu yaşları on üç le yirmi arasında otuz altı çocuk için.
Bunu sınırda ki astsubay da, Van’da ki tugay komutanı da, Ankara’da ki gocaman gocaman Bakanlar da biliyordu.
Bu bir ölüm oyunuydu, açlıktan, töreden geliyordu.
Çok çok eskilerden dedelerinden, babalarından beri
“ Fukaralıktan pasaporta ısınmamıştı içleri…”
Kimisinin bıyıkları yeni terlemiş, Kimisi daha da küçük
Uçtu gitti aramızda yaşları on üç le yirmi arasında otuz altı çocuk.
Duymak istemiyorum artık resmi söylemleri; Kan kokan, ölüm kokan.
Dilini bile bilmediğim bir annenin ağıdıydı yüreğimi yakan.
“Terörist kampı, geçiş yolu”, Bu yalanlara karnımız tok artık.
Bıyıkları yeni terlemiş otuz altı çocuk, aramızda yok artık.
Gece karanlık, sıcaklık eksi yirmi derce, karlı bir dağdı.
Emir, Ankara’dan; Ölüm, göklerde yağdı.
On saat boyunca hiç kimse duymadı seslerini yasaklı Kürt kanallarından başka.
On saat boyunca diller sustu, kullar sustu, kanallar sustu, basın sustu…
Sıcaklık eksi yirmi derece, dağlar karlıydı; Gökler, ölüm kustu.
Çocukların paramparça körpe bedenleri çoktan taşınmıştı sınır bölgesinden köylerine katırlarla, traktörlerle.
Şafak atmıştı, hava hala kurşun gibi ağırdı; Kimsede çıt yoktu, diller lal olmuş, kulaklar sağırdı…
İlk açıklamayı bombalayanlar yaptı. Sınırın otuz kırk km ötesine attılar tüm suçu.
“Kamp alanı” dediler, “ sivil yerleşimin olmadığı, teröristlerin geçiş yolları” dediler; Otuz altı fidanı, otuz altı çocuğu diri diri yediler.
Sağ kurtulan tek tanık, on sekiz yaşında ki yaralı çocuğun, sürünerek geldiği köyleri çoktan silmişlerdi haritalarında.
Dizi dizi köyleri yok sayıp, bölgeyi, “ Sivillerden arındırılmış askeri alan” ilan ettiler.
Otuz altı çocuğun paramparça bedenlerini karlı dağların başında bırakıp gittiler.
Sonra itaat huylu, keklik soylu bir bakan konuştu. Otuz altı çocuğun ardından hiç yüzü kızarmadan “ operasyon kazası ” dedi.
En demokrat muhabir bile, yirmi saat sonra sırıtarak “ Katırların yükünü bilmediğimiz için haberi simdiye kadar veremedik” dedi.
Herkes korktu, herkes sustu; Söz katillerdeydi, katiller, kan kustu.
Köy meydanına dizilmişti otuz altı çocuk; Kol, gövde kopuktu.
Gözlerim doldu, gözlerime saplanan hançerdi, oktu.
Sel felaketinde kaybolan iki köylü için altı saatte Rize’ye varan hükümet görevlilerinin hiç biri ortalıkta yoktu.
Anaların ağıtlarından başka çıt yoktu, diller suskundu, yürekler soğuktu…
Gül yüzlü çocuklarınızı düşünün bir an;
Yok artık aramızda otuz altı çocuk, otuz altı can.
Susmayın, ses verin nolur
Bunlar açtı, Bunların hiç suçu yoktu.
Bunlar, eksi yirmi derecede, karlı dağların başında, elli lira uğruna ölüm ruleti oynayan otuz altı çocuktu!!!
|